Zaman
Sonu sıfırlı yıllar bir başka cakalı olurlar. Ne var ki, 2020 pek suçlu suçlu gider oldu bugünlerde. Ozan gibi,"Kalanlara Selam olsun" diyerek usulca 21' in eline teslim edecek bizi.
Biz ise, illa alkışlaması zorunlu olduğumuz törene çevirmek istiyoruz bu ürkek gidişi. Bir garip alışkanlık!.
Alkışlarımızın gidene mi, gelene mi olduğu belli değil.
Gideni bu kez pek sevmemiştik. Alkışlar ona mı yoksa?
Benim demem, tek bir şey için alkışı hak ederdi gerideki yıl: Beethoven yılı olduğu için. Giden yılın büyük büyük babasının bize hediyesiydi çünkü o kişi.
Ama, gelecek olana alkış tutuyorsak, ne bu ne iyimserlik derim! Demek ki bileni varmış geleceğin. Keşke akılları okuyabilseydik.
Oysa zamanın geçit törenlerinde, zamandan yana geçmekte olan bir şey olmaz ortalarda. Yalnızca olayların hayaletleri vardır. Şölenlerimiz de hayaletter balosu gibidir.
Zaman dediğimiz şey, olayların çetelesinin tutulmasıdır. Olayların kaydedildiği defterin kapak adıdır yalnızca. Geçmiş bitmiş törenin program kitapçığı gibi bir şeydir. Törende tabur tabur yürüyüp geçmiş olanlar da, kitapçıkta yazılan olayların hayaletleri olur..
Hayaletler deyince Kurosawa'nın "Düşler"indeki Tünel'i anımsanır Komutanın, ölmüş askerleriyle tünelin önünde yüzleştiği sahnedeki konuşmadır bu!
Komutan:
-Er Noguchi.
Asker:
-Emredin komutanım!
Komutan:
-Sen…
Asker:
-Doğru mu komutanım ? Çatışmada öldüm mü? Ben, gerçekten de öldüğüme inanamıyorum komutanım. Eve gittim, annemin benim için yaptığı yemekleri yedim. Gayet iyi hatırlıyorum.
Komutan:
-Bunu daha önce de anlatmıştın. Vurulmuştun, baygındın. Sonra uyandın, ben yaranla ilgilenirken sen yine bunları söyledin. Baygınken düş görüyordun… Ama beş dakika sonra öldün. Gerçekten de öldün.
Asker:
-Anlıyorum… Ama annemle babam öldüğüme inanmazlar. (Asker ilerdeki ışığı göstererek, gözyaşlarıyla) Burası evim. Annemle babam hala beni bekliyorlar…
(Komutan büyük bir üzüntü içinde)
-Bu gerçek, öldün sen. Üzgünüm ama öldün. Kollarımda can verdin.
Asker ışık yanan yere baktıktan sonra arkasına dönerek ağlamalı bir şekilde yavaşça tünelin karanlığına karışır. Komutan ise askerine bakarak gözyaşlarını tutamaz. Sonrasında, ölü bir asker ordusu komutana yaklaşır.
Yüzbaşı:
-Üçüncü müfreze üsse dönmüştür komutanım! Zayiat yoktur.
(Komutan perişan bir halde):
-Dinleyin. Neler hissettiğinizi anlıyorum. Ancak, maalesef üçüncü müfreze imha edilmiştir. Hepiniz çarpışmalarda öldünüz. Üzgünüm, ben ölmedim hayattayım. Yüzlerinize bakamıyorum. Sizi ölüme ben gönderdim.
Kurosawa'nın ölen erleri zaman dediğimiz defterde yerlerini almışlardır. Komutanın perişanlığı ise gerçeği değiştirmez. Sofokles'inkiler kadar trajiktir sahne. İnsana "keşke hiç olmasaydı" dedirtir. Ama olmuştur ne yazık ki.
Çözüm, gerçeküstü bir kurguda düşlenebilir ancak. Defterin başlangıçtan beri hiç olmamasıdır bu düş. Ama defterin kaybolması da bir çözüm olurdu belki. İçindeki olaylar da kaybolmuş olacaktı o zaman.
Tüneldeki komutan da isterdi bunu.
Ne var ki.olayların gerçekleşmesi gerekli olmasa da, kaydedilecekleri defter hep hazır bekletilmelidir gene de.
Yoksa gerçekleşmiş olsun ya da olmasın deftere yazılması gereken herşey uçuşup dururdu. Varlık haline dönüşemezlerdi. Orada burada dolaşan seslere benzerlerdi; bir araya gelememiş, müzik olamamış seslere.
Varlık öncesi durumdur bu.
"Önce söz vardı" demek, sözden önce hiçbir şey yoktu demektir.
Zamanın olmadığı yerlere, uzay fizikçileri kara delik diyorlar. Işığa ve maddeye bağlı zaman yavaşlamasının hesaplarını yapıyorlar.
Bizim ise çizmeyi fazla aşmamak için kendi algılama sınırlarında kalmamızda yarar var. Bu kadar karmaşayı da bir tarafa koymak gerek. Çünkü zaman dediğimiz yapıştırıcının esas işi bizimledir
Derinliğine anlamak için Felsefe gerekli. Zaman fenomenolojisi alanıdır burası:
Zaman algısı nedir?
Zamansal deneyim türleri nelerdir?
Geçmiş ve şimdiki zaman arasındaki ilişki, düzen algımızı nasıl etkiler ?
Şimdiki zaman yanılgısı nedir?
Zaman algısının metafiziği nedir?
gibi konuları içerir bu alan.
Amatör felsefeciler merak etseler de ancak etrafında dolaşabilirler bu yüklü konuların. Laf aramızda kalsın zorlanırsanız bile, pek eğlencesiz değildir bu dolaşma.
Ama Felsefeci Nermi Uygur, Felsefeci olarak değil de, denemeci kimliğiyle bize kestirme yolu gösterir:
"Zamanın öteki adı insan" der,
Bitti işte...
Böylelikle zamanın insana bağlı bir kavram olduğunu anlarız.
Madde anlamındaki insandan, Zaman kavramını ayrı tutmaya da artık gerek kalmaz. Biri yoksa diğeri de olmayacaktır çünkü. Maddenin her kımıldanışının zamanın defterinde kayda girdiği gibi insan maddesinin kımıldamaları da aynı kayda girer. Bunlarda tuhaflık yoktur. Olması gerekendir
Asıl tuhaflık, insanın kendi sayfalarının çevrilmesine, gene kendinin alkış tutmasıdır.
Alkışlarımız kendi gidişimiz için bir saygı gösterisi için ise, bu kendimize dönük büyük "alicenaplık" tır
Kestiremediğimiz bir gelecek için yedekte tuttuğumuz umut, iyi bir duygudur. Zaman kayıtlarına girecek işlere kadar bizi en azından zinde tutar.
0 nedenle geleceğe ait umudunuz, asıl alkışlamanız gerekendir
Umutsuzluğun ise bilinen, tanımlanmış bir yararı yoktur.
Yorumlar
Yorum Gönder